İnsanın temel eğilimleri 1: İnancın doğruluğuna inanma
Merhaba uğrayıcı. Nasılsın? Bir proteini yoktan var eden Allah'a hamd olsun ben de iyiyim çok sağ ol (Eğer kötüyseniz yazın dertleşek :d) Kaç bölümden oluşacağını benim de bilmediğim bir seri hazırlamayı düşündüm. Bu yazı, serinin ilk yazısı olma sebebiyle gelecek diğer yazılara nazaran biraz uzun olabilir bunu da ekliyeyim...
Bir şeyler üzerinde düşünmeyi çok seviyorum. Tabi her zaman düşündüğümde elle tutulur şeyler ortaya çıkmıyor. Fakat mutfakta su içerken "Felsefe nedir?" sorusunu sormam ve üzerine düşünmem bile bir yazı yazmama sebep olabildi. (Felsefe Nedir?) Kısacası ben aklımı kaybetmeyip düşündükçe seri devam eder herhalde...
Konu insan olunca düşünmeyi bir ayrı seviyorum. Katılır mısınız bilmiyorum ama bence bir insanın üzerinde düşünmesi gereken ilk üç şeyden bir tanesi mutlaka insandır. Çünkü ertesi sabah kahvaltıda ne yemesi gerektiğini düşünen bir insandır. Küresel iklim değişikliliği ve bunun gelecek nesillere etkisi hakkında düşünen de yine aynı insandır. Yine Neymarın ne kadar muazzam bir futbolcu olduğu hakkında da konuşabiliyoruz. Siyaset tartışıyoruz. "Eğitim sistemi nasıl olmalı?" ve benzeri sorular soruyoruz. Din,bilim,felsefe ve daha nice alanlarda binlerce konular... Bütün bunları sıralama sebebim aslında şu cümleyi kurabilmekti;
Tarih boyunca, kimilerine göre önemli olan ve kimilerine göre de önemsiz olan milyonlarca konu hakkında soru soran, konuşan ve tartışan hep İNSANDI. Bakın bu çok değerli bir şey. Peki durum böyleyken kendimiz hakkında düşünmemiz gerekmez mi? Biz bu soruları neden soruyoruz? Bazı sorular bizim için anlamlıyken bazıları için neden anlamsız? Tabi bu yazıda bu sorulara cevap vermeyeceğim sadece bir hedef göstermek için soruyorum bunları. Belki ilerleyen yazılarda bunlara değinirim. Ben bu yazıda ise insanın temel bir eğilimi olduğunu düşündüğüm bir durumdan bahsetmek istiyorum. Konu yine insan yani. Bu durum bazen işe yarıyor bazen ise çok kötü sonuçlara sebep oluyor. Örneklerle beraber açıkladıktan sonra yazıyı bitireceğim inşaAllah.
İddiayı değerlendirmeye geçmeden önce çok kısa bir şekilde 2 önemli şeyden bahsetmek istiyorum.
1) Atomlar birbirleri arasında neden bağ yaparlar biliyor musunuz? Her bir atom kabaca, atomun çekirdeğinin etrafını saran negatif yüklü elektronlardan, çekirdeğin içinde bulunan pozitif yüklü protonlardan ve yüksüz nötronlardan oluşur. Çekirdeğin etrafında bulunan elektronların çekirdeğin etrafında bulunma olasılığının en yüksek olduğu hacimsel bölgelere ise orbital diyoruz. Enerji seviyelerinin farklılığından dolayı bazı orbitaller az sayıda bazı orbitaller çok sayıda elektron barındırır. Atomlar bu yönde bir eğilim gösteriyorlar. Atomların bağ yapma sebebi ise çekirdeklerine en uzak olan yörüngelerindeki elektron sayısını tamamlayarak KARARLI hale gelmek istemeleri (kararlı hale gelmek aslında en düşük enerji seviyesine gelmek demektir ama neyse uzatmayalım). Bu son yörüngedeki elektron sayılarını ise başka atomların elektronlarını paylaşarak tamamlarlar. Bu sayede kararlı halde olurlar ve moleküller oluşmuş olur. Moleküllerin oluşması ÜRETİM demektir. Size şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki atom seviyesinde gözlemlediğimiz bu şey evrende çok başka yerlerde de var. Mesela hücrelerimizde. Bütün organların görevlerini yerine getirebilmesi için hücre içi organizasyonun sağlanması gerekmektedir. Hücre içi organizasyonu sağlayan yapılardan bir tanesi mesela hücre zarı dediğimiz yapıdır. Hücre zarı, hücre içini ve hücre dışını birbirinden ayırarak hücre içinde gerekli tepkimelerin (protein sentezi v.s) gerçekleşmesine vesile olur. Bu sayede ÜRETİM dediğimiz şey meydana gelir. Yani kısaca her şey bir kararlılık ister. Ancak bu kararlılık sonucunda üretim olur. İnsan zihni de böyledir. Eğer zihniniz kararlı değilse ya da başka bir deyişle bazı konularda fikirleriniz henüz oturmamışsa rahatsızlık hissedersiniz ve üretim yapamazsınız. İnsan da zaten bu yüzden (kararlı olup üretmek için) çoğu zaman kendisini kandırır. Fakat bilmez yalan üzerine kararlı olmuştur. Ürettiği ise Çin malıdır... Hey hey!
2) İnanç dediğimiz şey dogma olmak zorunda değildir. İnsanlar genellikle bilgisizlik varsa inanç vardır sanıyorlar halbuki böyle olmak zorunda değildir. İnancı gerekçeli ve gerekçesiz olmak üzre 2'ye ayırıyoruz. Gerekçeli inanç, "Şu şu sebeplerden dolayı buna inanıyorum" dediğiniz inançlar için geçerlidir. Gerekçesiz olan inançlar ise sizin dogmalarınızdır. Bir gerekçeniz yoktur ama inanıyorsunuzdur.
Bu anlattıklarım önemliydi. Bu bakış açısı ile yazının devamı umuyorum ki daha güzel bir hal alacaktır. Şimdiii. Temel iddiamız şu dostlar;
"Her insan kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak ister."
Ne demek "kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak" ? Konu netleşsin diye somut bir örnek üzerinden gidelim. Örneğin, kırmızı elmaların hastalık verdiğine inanıyorsunuz diyelim. Aslında sizi kırmızı elma yemekten alı koyan bu inancınız değildir. Sizi kırmızı elmaları yemekten alı koyan bu inancınızın doğru olduğuna dair olan inancınızdır. Yani birbiriyle bağlantılı fakat farklı olan 2 tane inanç vardır. Burada "İyi de zaten insan yanlış olduğunu düşündüğü bir şeye neden inansın ki?" sorusu akla gelebilir. İlk bakışta evet doğrudur. Yukarıda bahsettik insan zihni kararlılık ister dolayısıyla yanlış olduğunu düşündüğü bir şeye inan(a)maz. Fakat burada dikkat edilmesi gereken inancınızın ne düzeyde olduğudur. Yani yanlış olduğunu düşünüyor olmanıza rağmen aklınızda "Acaba ne kadar yanlış?" sorusu var olabilir. Ayrıca insan kendisini kandırabilen bir varlıktır. Yanlış olduğunu bile bile bir şeye inanabilir. Sonuçta insan, yanlışa inanarak da kararlı bir durumda olabilir. Birazdan örneğini verince anlaşılacağı kanaatindeyim.
İnancı yukarıda 2'ye ayırmıştık hani "Gerekçeli inanç" ve "Gerekçesiz inanç" diye. Bu ayırmamızın sebeplerinden bir tanesi inancın sadece dini bağlamda olmadığını ortaya koymaktı. Siz örneğin, bir siyasi partinin de günümüzde en iyi parti olduğuna inanıyorsunuzdur. Hatta buna inanmanız için çeşitli gerekçeleriniz vardır. Yine aynı şekilde bir futbol takımının en iyi takım olduğuna ve mesela bir bankanın paranızı diğer bankalara göre en iyi şekilde koruyacağına inanıyorsunuzdur.
Peki bu böyle olunca ne oluyor? Yani ne anlatmak istiyorsun Yazgan? Her insan kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak istemişse ne olmuş?
֎ İnancımızın doğru olduğuna inanmamızın işe yaradığı bir örnek;
Evlilik. Her insan kendi eşinin kendisini aldatmadığına inanır. Aynı zamanda bu inancının da doğru olduğuna inanır. Zaten bu inancının doğru olmadığına inanmaya başladığı zaman (şüphe) bir soğukluk meydana gelebilir ve ilişki kötü bir şekilde sonlanabilir. Aslında dua edin böyle bir eğilimimiz var da insanlar nesilden nesle çocuklarla kendi genlerini aktarıp çeşitlilik meydana getirebiliyorlar. (Çeşitlilik çok önemli. Bunu başka bir yazıda yazacağım.)
֎ İnancımızın doğru olduğuna inanmamızın kötü sonuçları;
Aslında temelde yazıyı yazma amacım şu bölümü yazabilmekti. Bakın dikkat edin. Eğer ben kendi inancımın doğru olduğuna inanmaya meyilliysem, sizce bir tartışma esnasında nasıl davranırım? İnancım aleyhinde en ufak bir söylem duyduğumda yüzümde çiçekler açarak "Aa evet haklısın" diyip o söylemi hemen benimser miyim? Yoksa yüzüm asılır ve huzursuz mu hissederim? Hatta bu sebeple tekrar karalı hale geçmem gerektiği için tartışmadan kaçar mıyım? Tabi ki de istisnalar vardır ama genelde 2. seçenekteki durum meydana gelir. Aslında yukarıda anlattıklarımdan hareketle bu durumun doğal bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Fakat ilk başta biz yanlış bir şeye inanıyorsak, o yanlış olan inancımızın da doğru olduğuna inanmak istediğimizden dolayı o inancı da hemen savunmaya geçeceğiz. Hatta öyle savunacağız ki karşı tarafı hiç dinlemeyeceğiz bile. Çünkü bir kere yanlış üzerinde karar kılmışız ve onu koruma (doğruluğuna inanma) eğilimimiz var. Aslında bu mekanizma dediğim gibi bazen işe yarıyor. Bir kere her inandığımız yanlış olmak zorunda da değil. Pekala doğru bir şeye de inanıyor olabiliriz. Bu durumda o doğruyu savunmak tabi ki de doğal hatta olması gereken olacaktır. Fakat inancımızın gerçekten doğru olup olmadığını bütün argümanları masaya yatırıp değerlendirmeden asla anlayamayız. Doğru, yanlışı ortaya konulunca anlamlıdır.
Kısaca demem o ki;
Gençler her insan gibi biz de kendi inancımızın doğru olduğuna inanma eğilimindeyiz. Bu bazen işe yarıyor fakat bazen bizi yanıltıyor. Bize düşen, bu eğilimimizin farkında olup, inancımız aleyhinde bir söylem ile karşılaştığımız zaman olguları olabildiğince objektif değerlendirmeye çalışmak olacaktır. Başka bir yazıda görüşmek üzere...
Selam ve Dua ile...
----------------
Konuyla ilişkilendirilebilecek bir başka yazı;
Bir tartışma metodu; SAHİPLENMECİLİK.
Bu bloga nasıl geldiniz bilmiyorum. O yüzden zaten hep yazların başında "Uğrayıcı" derim. İnsanlar genellikle uğrarlar. Neyse. En büyük desteğin sayın uğrayıcı, yazıyı paylaşmak değil. En büyük desteğin yazı hakkında görüş bildirmendir. Blogumun Ana sayfasında İnstagram ve Twitter linklerim var. Bana oradan ulaşabilirsin. Allah'a emanet.
Bir şeyler üzerinde düşünmeyi çok seviyorum. Tabi her zaman düşündüğümde elle tutulur şeyler ortaya çıkmıyor. Fakat mutfakta su içerken "Felsefe nedir?" sorusunu sormam ve üzerine düşünmem bile bir yazı yazmama sebep olabildi. (Felsefe Nedir?) Kısacası ben aklımı kaybetmeyip düşündükçe seri devam eder herhalde...
Konu insan olunca düşünmeyi bir ayrı seviyorum. Katılır mısınız bilmiyorum ama bence bir insanın üzerinde düşünmesi gereken ilk üç şeyden bir tanesi mutlaka insandır. Çünkü ertesi sabah kahvaltıda ne yemesi gerektiğini düşünen bir insandır. Küresel iklim değişikliliği ve bunun gelecek nesillere etkisi hakkında düşünen de yine aynı insandır. Yine Neymarın ne kadar muazzam bir futbolcu olduğu hakkında da konuşabiliyoruz. Siyaset tartışıyoruz. "Eğitim sistemi nasıl olmalı?" ve benzeri sorular soruyoruz. Din,bilim,felsefe ve daha nice alanlarda binlerce konular... Bütün bunları sıralama sebebim aslında şu cümleyi kurabilmekti;
Tarih boyunca, kimilerine göre önemli olan ve kimilerine göre de önemsiz olan milyonlarca konu hakkında soru soran, konuşan ve tartışan hep İNSANDI. Bakın bu çok değerli bir şey. Peki durum böyleyken kendimiz hakkında düşünmemiz gerekmez mi? Biz bu soruları neden soruyoruz? Bazı sorular bizim için anlamlıyken bazıları için neden anlamsız? Tabi bu yazıda bu sorulara cevap vermeyeceğim sadece bir hedef göstermek için soruyorum bunları. Belki ilerleyen yazılarda bunlara değinirim. Ben bu yazıda ise insanın temel bir eğilimi olduğunu düşündüğüm bir durumdan bahsetmek istiyorum. Konu yine insan yani. Bu durum bazen işe yarıyor bazen ise çok kötü sonuçlara sebep oluyor. Örneklerle beraber açıkladıktan sonra yazıyı bitireceğim inşaAllah.
İddiayı değerlendirmeye geçmeden önce çok kısa bir şekilde 2 önemli şeyden bahsetmek istiyorum.
1) Atomlar birbirleri arasında neden bağ yaparlar biliyor musunuz? Her bir atom kabaca, atomun çekirdeğinin etrafını saran negatif yüklü elektronlardan, çekirdeğin içinde bulunan pozitif yüklü protonlardan ve yüksüz nötronlardan oluşur. Çekirdeğin etrafında bulunan elektronların çekirdeğin etrafında bulunma olasılığının en yüksek olduğu hacimsel bölgelere ise orbital diyoruz. Enerji seviyelerinin farklılığından dolayı bazı orbitaller az sayıda bazı orbitaller çok sayıda elektron barındırır. Atomlar bu yönde bir eğilim gösteriyorlar. Atomların bağ yapma sebebi ise çekirdeklerine en uzak olan yörüngelerindeki elektron sayısını tamamlayarak KARARLI hale gelmek istemeleri (kararlı hale gelmek aslında en düşük enerji seviyesine gelmek demektir ama neyse uzatmayalım). Bu son yörüngedeki elektron sayılarını ise başka atomların elektronlarını paylaşarak tamamlarlar. Bu sayede kararlı halde olurlar ve moleküller oluşmuş olur. Moleküllerin oluşması ÜRETİM demektir. Size şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki atom seviyesinde gözlemlediğimiz bu şey evrende çok başka yerlerde de var. Mesela hücrelerimizde. Bütün organların görevlerini yerine getirebilmesi için hücre içi organizasyonun sağlanması gerekmektedir. Hücre içi organizasyonu sağlayan yapılardan bir tanesi mesela hücre zarı dediğimiz yapıdır. Hücre zarı, hücre içini ve hücre dışını birbirinden ayırarak hücre içinde gerekli tepkimelerin (protein sentezi v.s) gerçekleşmesine vesile olur. Bu sayede ÜRETİM dediğimiz şey meydana gelir. Yani kısaca her şey bir kararlılık ister. Ancak bu kararlılık sonucunda üretim olur. İnsan zihni de böyledir. Eğer zihniniz kararlı değilse ya da başka bir deyişle bazı konularda fikirleriniz henüz oturmamışsa rahatsızlık hissedersiniz ve üretim yapamazsınız. İnsan da zaten bu yüzden (kararlı olup üretmek için) çoğu zaman kendisini kandırır. Fakat bilmez yalan üzerine kararlı olmuştur. Ürettiği ise Çin malıdır... Hey hey!
2) İnanç dediğimiz şey dogma olmak zorunda değildir. İnsanlar genellikle bilgisizlik varsa inanç vardır sanıyorlar halbuki böyle olmak zorunda değildir. İnancı gerekçeli ve gerekçesiz olmak üzre 2'ye ayırıyoruz. Gerekçeli inanç, "Şu şu sebeplerden dolayı buna inanıyorum" dediğiniz inançlar için geçerlidir. Gerekçesiz olan inançlar ise sizin dogmalarınızdır. Bir gerekçeniz yoktur ama inanıyorsunuzdur.
Bu anlattıklarım önemliydi. Bu bakış açısı ile yazının devamı umuyorum ki daha güzel bir hal alacaktır. Şimdiii. Temel iddiamız şu dostlar;
"Her insan kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak ister."
Ne demek "kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak" ? Konu netleşsin diye somut bir örnek üzerinden gidelim. Örneğin, kırmızı elmaların hastalık verdiğine inanıyorsunuz diyelim. Aslında sizi kırmızı elma yemekten alı koyan bu inancınız değildir. Sizi kırmızı elmaları yemekten alı koyan bu inancınızın doğru olduğuna dair olan inancınızdır. Yani birbiriyle bağlantılı fakat farklı olan 2 tane inanç vardır. Burada "İyi de zaten insan yanlış olduğunu düşündüğü bir şeye neden inansın ki?" sorusu akla gelebilir. İlk bakışta evet doğrudur. Yukarıda bahsettik insan zihni kararlılık ister dolayısıyla yanlış olduğunu düşündüğü bir şeye inan(a)maz. Fakat burada dikkat edilmesi gereken inancınızın ne düzeyde olduğudur. Yani yanlış olduğunu düşünüyor olmanıza rağmen aklınızda "Acaba ne kadar yanlış?" sorusu var olabilir. Ayrıca insan kendisini kandırabilen bir varlıktır. Yanlış olduğunu bile bile bir şeye inanabilir. Sonuçta insan, yanlışa inanarak da kararlı bir durumda olabilir. Birazdan örneğini verince anlaşılacağı kanaatindeyim.
İnancı yukarıda 2'ye ayırmıştık hani "Gerekçeli inanç" ve "Gerekçesiz inanç" diye. Bu ayırmamızın sebeplerinden bir tanesi inancın sadece dini bağlamda olmadığını ortaya koymaktı. Siz örneğin, bir siyasi partinin de günümüzde en iyi parti olduğuna inanıyorsunuzdur. Hatta buna inanmanız için çeşitli gerekçeleriniz vardır. Yine aynı şekilde bir futbol takımının en iyi takım olduğuna ve mesela bir bankanın paranızı diğer bankalara göre en iyi şekilde koruyacağına inanıyorsunuzdur.
Peki bu böyle olunca ne oluyor? Yani ne anlatmak istiyorsun Yazgan? Her insan kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak istemişse ne olmuş?
֎ İnancımızın doğru olduğuna inanmamızın işe yaradığı bir örnek;
Evlilik. Her insan kendi eşinin kendisini aldatmadığına inanır. Aynı zamanda bu inancının da doğru olduğuna inanır. Zaten bu inancının doğru olmadığına inanmaya başladığı zaman (şüphe) bir soğukluk meydana gelebilir ve ilişki kötü bir şekilde sonlanabilir. Aslında dua edin böyle bir eğilimimiz var da insanlar nesilden nesle çocuklarla kendi genlerini aktarıp çeşitlilik meydana getirebiliyorlar. (Çeşitlilik çok önemli. Bunu başka bir yazıda yazacağım.)
֎ İnancımızın doğru olduğuna inanmamızın kötü sonuçları;
Aslında temelde yazıyı yazma amacım şu bölümü yazabilmekti. Bakın dikkat edin. Eğer ben kendi inancımın doğru olduğuna inanmaya meyilliysem, sizce bir tartışma esnasında nasıl davranırım? İnancım aleyhinde en ufak bir söylem duyduğumda yüzümde çiçekler açarak "Aa evet haklısın" diyip o söylemi hemen benimser miyim? Yoksa yüzüm asılır ve huzursuz mu hissederim? Hatta bu sebeple tekrar karalı hale geçmem gerektiği için tartışmadan kaçar mıyım? Tabi ki de istisnalar vardır ama genelde 2. seçenekteki durum meydana gelir. Aslında yukarıda anlattıklarımdan hareketle bu durumun doğal bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Fakat ilk başta biz yanlış bir şeye inanıyorsak, o yanlış olan inancımızın da doğru olduğuna inanmak istediğimizden dolayı o inancı da hemen savunmaya geçeceğiz. Hatta öyle savunacağız ki karşı tarafı hiç dinlemeyeceğiz bile. Çünkü bir kere yanlış üzerinde karar kılmışız ve onu koruma (doğruluğuna inanma) eğilimimiz var. Aslında bu mekanizma dediğim gibi bazen işe yarıyor. Bir kere her inandığımız yanlış olmak zorunda da değil. Pekala doğru bir şeye de inanıyor olabiliriz. Bu durumda o doğruyu savunmak tabi ki de doğal hatta olması gereken olacaktır. Fakat inancımızın gerçekten doğru olup olmadığını bütün argümanları masaya yatırıp değerlendirmeden asla anlayamayız. Doğru, yanlışı ortaya konulunca anlamlıdır.
Kısaca demem o ki;
Gençler her insan gibi biz de kendi inancımızın doğru olduğuna inanma eğilimindeyiz. Bu bazen işe yarıyor fakat bazen bizi yanıltıyor. Bize düşen, bu eğilimimizin farkında olup, inancımız aleyhinde bir söylem ile karşılaştığımız zaman olguları olabildiğince objektif değerlendirmeye çalışmak olacaktır. Başka bir yazıda görüşmek üzere...
Selam ve Dua ile...
----------------
Konuyla ilişkilendirilebilecek bir başka yazı;
Bir tartışma metodu; SAHİPLENMECİLİK.
Bu bloga nasıl geldiniz bilmiyorum. O yüzden zaten hep yazların başında "Uğrayıcı" derim. İnsanlar genellikle uğrarlar. Neyse. En büyük desteğin sayın uğrayıcı, yazıyı paylaşmak değil. En büyük desteğin yazı hakkında görüş bildirmendir. Blogumun Ana sayfasında İnstagram ve Twitter linklerim var. Bana oradan ulaşabilirsin. Allah'a emanet.
Yorumlar
Yorum Gönder