Geleneğin Dinselleştirilmesi

Selam Uğrayıcı! (yazının sonundaki 1. dipnota bakabilirsiniz) Bugün geleneğin dinselleştirilme meselesini biraz farklı bir açıdan ele almaya çalışacağım. Umarım okurken sıkılmazsın. Yazıya başlamadan önce küçük bir şey söylemek istiyorum. Burada "Kültür" kelimesini biraz daha dar bir anlamda "Gelenek" ile eş değer anlamda kullanıyorum. Normalde "Kültür > Gelenek" tir bunun farkındayım. Hadi yazıya geçelim.

Eğer Antropoloji dersi alacaksanız Antropolojinin ilk dersine girdiğiniz vakit hocanızdan duyacağınız ilk cümle yüksek ihtimal şu olacaktır;

"İnsan biyokültürel bir canlıdır." Tabii hocamız "Pencereyi açar mısınız?" da diyebilir fakat konuyla alakalı ilk cümlesi yani...

Bu şu demek: İnsanın hem biyolojik hem de kültürel bir yönü vardır. Mesela hayvan davranışlarını incelediğimiz zaman net bir şekilde görüyoruz ki genellikle erkek bireyler renkleriyle, sesleriyle, danslarıyla v.s dişileri etkilemeye çalışıyorlar. Hatta bu sayede bir erkeğin başka bir erkeğe üstün gelmesi sonucu üstün gelen erkeğin çiftleşip genlerini bir sonraki nesle aktarması olayına Seksüel Seleksiyon (Cinsel Seçilim) deniliyor. Bu, işin biyolojik kısmı...

Renkleriyle dişisini etkilemeye çalışan bir Tavus kuş

Bunun daha kompleks halini biz insanlarda da görüyoruz. Yazı uzamasın ve konu dağılmasın diye biyolojik kısım hakkında detay vermeyeceğim. Özetle şunu anlatmak istiyorum. Tıpkı hayvanlarda olduğu gibi İnsan dediğimiz varlığın da biyolojik bir yapısı vardır ve bizi oluşturan, çoğu zaman davranışlarımıza ve hatta kararlarımıza şekil veren bu biyolojik yapımızdır fakat hayvanlardan farklı olarak bizde bir de adına KÜLTÜR dediğimiz şey vardır.

Kültür de bizi biz yapan şeylerden bir tanesidir. İnsanlar da annelerinin ve babalarının doğduğu zaman kendilerini içinde bulmuş oldukları, halihazırda var olan bir kültür içine doğarlar. İnsanların içine doğmuş olduğu kültürdeki belli başlı kabuller insanın düşünce yapısını şekillendirir. Bunu daha iyi anlamak için tarikatta yetişmiş bir gencin düşünce yapısıyla, dine daha az atfın yapıldığı seküler bir ortamda yetişmiş bir gencin düşünce yapısını kıyaslayabiliriz (bu karşılaştırmayı size bırakıyorum). Bu düşünsel farklılıklar hayatımıza yön verecektir. Evleneceğimiz insanı ve hatta seçecegimiz mesleği dahi etkileyecektir. Çünkü insan, doğduğu zaman kendisini içinde bulmuş olduğu ve kendisinin düşünce yapısını şekillendirmiş olan kültürü benimser ve bu kültür ile hayatını şekillendirir. Bunun yanında insan olarak bizler kültürümüzü öyle benimsemişiz ve öyle içselleştirmişizdir ki farklı kültürlerle karşılaştığımız zaman o kültürü çoğu kez garipseriz ve olaylara şaşırırız. Çünkü en başından beri düşüncelerimizi şekillendiren kültürümüzdeki olguların ya da kabullerin mutlak doğrular olduğuna inanırız.

֎ İnsanlar farklı kültürleri garipserler, 2 örnek.

Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi hiç şüphesiz ki Hindistandır. Hindistan nüfusunun (1.4 milyar) yaklaşık yarısı (600-700 milyon) kadarı boşaltım ihtiyaçlarını genel olarak kamuya açık yerlerde (sokak,plaj v.s) rahatlıkla giderebiliyorlar. Hatta bazıları bunu kendilerine ait tuvaletleri olmasına rağmen yapıyor. Bu durumda bir gariplik görmüyorlar çünkü artık bu onların hayatlarının bir parçası olmuş. Bizim kültürümüzde ise insanların içinde bırakın ihtiyaç gidermeyi rahat bir şekilde hapşıramazsınız bile. Bu durumda bizlerin ise böyle bir şeyi kabul etmesi beklenemez oluyor. Halbuki biz de o kültürde doğsaydık bunu normal karşılayacaktık (İyi ki doğmadık dediğinizi duyar gibiyim).

Bir başka örneği de (biraz sonra değineceğim için) beslenmeden vermek istiyorum. Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden birisi Kuru fasülye yemeğidir. Hatta yanında da çoğu kez pilav olur. Fakat mesela Meksikada insanlar karınca larvası yiyebiliyorlar. İnek kanından kokteyl yapan Etiyopya, eşek arılarından oluşan kraker tüketen Japonya, kızarmış çıngıraklı yılan yiyen ABD, çerez niyetine böcek yiyen Afrika ve daha niceleri... Yüksek ihtimal bunların hiçbirisi size mantıklı gelmedi ve 100 TL versek denemezsiniz. Neden? Çünkü Türkiyede yaşıyorsunuz. Sizin kültürünüzde bu yok. Aslında buradan kültürün sadece düşünce yapınızı değil midenizi bile şekillendirdiğini anlıyoruz. Düşünün! Meksikada doğmuş olsaydınız yüksek ihtimal iftarda iştahla bir tabak dolusu karınca larvası yiyor olacaktınız... İnsan kabullenemiyor.

Bütün bunları anlatma sebebim, kültürün ya da başka bir deyişle içine doğduğumuz ve yaşadığımız çevrenin bizi ne kadar etkilediğini göstermekti. Biraz önce de yukarıda dediğim gibi kültürümüz bizi biz yapan şeydir dolayısıyla kültürümüzü/geleneğimizi oldukça içselleştirmişizdir. Tabi hâl böyle olunca geleneğin dinselleştirilmesi kaçınılmaz oluyor. İnsanlar geleneklerini içselleştirdikleri ya da başka bir deyişle aşırı derecede benimsedikleri için geleneklerini din sanma eğiliminde oluyorlar. Biraz önce gösterdiğimiz gibi bu aslında gayet doğal bir durumdur. Herkes (buna ben ve siz de dahilsiniz) dünyayı kendi etrafında dönüyor sanıyor(uz). Fakat bu her ne kadar doğal bir durum olsa da bunun bir "Hakikat" olmadığı ortada.

֎ Bireylerin seçilimi

Kültür nesilden nesile bireylerle aktarılır. Bu böyle olunca ne olur? Mesela annenizin, babanızın, sizi etkileyen bazı insanların (Öğretmen v,s) ve hatta genel olarak toplumun değer verdikleri insanlara siz de değer verirsiniz. Bu durum çoğu kez insanları mantıklı davranmaktan uzak tutar ve insanlar olaylara duygusal yaklaşırlar.

Bunu kavramak çok zor olmasa gerek. Eğer sünni bir gelenekten geliyorsanız kendi geleneğinizden gelen kişiler sizin için sika (güvenilir) dır. Sizin geleneğinizden bazı bireyler alimdir. Sizin geleneğinizden gelen kitaplar kutsaldır ya da kutsallığa çok yakındır. Kısacası sizin geleneğinizden gelen bireyler diğerlerine nazaran daha değerlidir. Hatta sırf bu yüzden insanlar liyakat kavramını hiçe sayıp önemli yerlere akrabalarını getirirler. Fakat dikkat edin eğer şii gelenekten geliyor olsaydınız, alimleriniz, kitaplarınız ve doğal olarak değer verdiğiniz insanlar farklı olacaklardı. Bu durum sadece mezhepler özelinde değil daha geniş kapsamda dinler için de aynıdır. Yani bugün bütün Müslümanlar bir Hz Ebubekiri,Hz Ömeri,Hz Osmanı ve Hz Aliyi tanırlar. Fakat mesela çoğu Hz. İsa'nın havarilerinden birisi olan Bartalmay'ı bilmez. Çünkü Bartalmay, bir müslüman için bilinmesi gereken çok önemli bir şahsiyet değildir. Halbuki hırıstiyan nufusun hakim olduğu bir coğrafyada doğsaydık doğu hırıstiyanlarının 11 haziranda ve batı hırıstiyanlarının ise 24 haziranda aziz Bartalmay'ın ismini andıkları bir bayramları olduğunu bilirdik çünkü muhtemelen biz de hırıstiyan olurduk.

Özellikle belirtmek istiyorum burada "Aa insanın böyle bir eğilimi var demek ki mezhepler yanlış." şeklinde bir argüman savunmuyorum. Mezheplerin dinde olmadığına inanıyorum da bunu bu şekilde savunmam yani. Bu tarz bir akıl yürütme hiç şüphesiz doğru olmayacaktır (kökensel mantık hatası). Fakat bu durum bizi düşündürmeye sevk edecektir. Hatta bence neden Hadis imamlarından herhangi birisinin sika (güvenilir) kabul ettiğini bir başka hadis imamının sika kabul etmediğini de kavramamızı sağlayacaktır. Çünkü Hadis imamları da bir gelenek üzere doğmuşlardı.Yukarıda bahsettiğim tüm durumlar onlar için de geçerliydi. Onlar için de onlara en yakın olanlar değerlilerdi. Tabi entellektüel bir zihnin bu tarz eğilimleri olmayacağı savunulabir. Ama bir de ilk dönemlerde ilk 4 halifeden 3'ünün katledilmesini,meydana gelen siyasi sebeplerle yapılan savaşları (Hz Ali ile Hz Aişe'nin savaşması gibi) ve kutuplaşmaları (mesheplerin oluşması) işin içine katarsak durum daha da bir garipleşiyor. Yani hadis imamlarının da bir takım teolojik ve siyasi görüşleri vardı. Bu doğrultuda onların geleneklerinden gelen, onlara göre güvenilir olan kişilerden hadis naklettiler ve bunu din olarak ortaya koydular. Hal böyle olunca akla bir soru daha geliyor"Ne kadar güvenebiliriz?". Neyse bunu başka zaman konuşalım.

Son olarak bu durumun sadece dinde ya da dindarlar arasında olmadığını, siyasette de olduğunu belirtmek istiyorum. Bu durumun çoğu zaman bilgiye ve mantığa dayalı olmadığını, atalarını taklit etmekten ibaret olduğunu, olaylara çoğu zaman duygusal yaklaşıldığını ve bu sayede bireylerin kutsallaştırıldıklarını da hatırlatmak istiyorum. Bunun en büyük örneği Mustafa Kemal Atatürk olacaktır. Özellikle Türk toplumu ve başka bazı toplumlar (örnek olarak) Mustafa Kemal Atatürk'ü çok severler. Bu sevgi de çoğu kez kültürel olarak kalıtılmıştır. Tabi herkes için de durum böyle değildir ama genelde böyle olur. Bunu söylemeden edemeyecektim. Umarım dokunmuştur. Bu, insanın kendisini ve diğer eleştirdikleri insanları anlamasını sağlayacaktır. Bir İÇEBAKIŞ gerekiyor dostlar...

֎ Kültürün din sanılmasına dair iki örnek.

Yukarıda hatırlarsanız kültür-beslenme ilişkisinden bahsetmiştim (böcek falan) ve bu konuya ileride değineceğimi belirtmiştim. İşte orası burası. Kur'an'a göre yiyen kişiye yemesi haram olan 4 şey vardır. Leş,kan,domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanlar. Bu 4 haram 4 farklı ayette geçer (2/173,5/3,6/145,16/115). Özellikle En'am suresinin 145. ayetinde Allah, Elçisine

"Bana vahyolunanda şunlar dışında haram bulamıyorum..." dedirtir.

Artık vahyi kaça ayırırsanız ayırın Peygambere ne vahyedilmişse (Gayri metluv vahyi kabul edeceksek buna o da dahil) o vahiyde bu 4'ten başka haram olamaz. Ama gelin görün ki mezheplere gittiğimiz zaman başka haramların da olduğunu görüyoruz. En'am suresinin ilerleyen ayetlerinde Allah, bir ceza olarak yahudilere tırnaklı hayvanları v.s haram kıldığından (6/146), müşriklerin geleneklerinin etkisiyle bazı şeyleri kendi kendilerine haram kıldıklarından, onlardan öncekilerin de peygamberleri böyle yalanladıklarından, iddia ettikleri gibi başka haramların da olduğunu söyleyerek yalan söylediklerinden ve ancak zanna (kesin olmayan bilgiye) uyduklarından (6/148), en üstün delilin yalnızca Allah'a ait olduğundan (6/149), onlar (ayetleri yalanlayanlar ve ahirete inanmayanlar) bazı şeylerin haram olması konusunda bazı şeyleri şahit tutsalarda onlarla beraber şahitlik edilmemesi gerektiğinden bahseder. (6/150).

Aslında bu ayetlerin üzerine başka bir şey yazmaya gerek yok. Müşrikler geleneklerine uyarak başka bazı haramların da olduğunu söylemişlerdir ve Allah onları yalancılıkla suçlamıştır. Üzücüdür ki aynı duruma bugün malesef müslümanlarda da rastlıyoruz. Müslümanlar da kendi geleneklerinde olmayan ve midelerinin kaldırmadıkları yiyecekleri de haram sanmaktadırlar. Çünkü bu onlara göre "Doğru" değildir. Bizler ayette olduğu gibi "Bunlardan başka haram yok" dediğimiz zaman, "İyi o zaman fare de ye, köpek de ye, eşek de yiyebilirsin." diyorlar. Onlar kendi kültürleri sebebiyle bu hayvanların da haram olması gerektiğini düşünüyorlar çünkü mideleri bu hayvanları yemeyi kaldırmıyor. Aslında buradan da kültürün insan üzerindeki etkisini ve bunun yansımasını çok rahat bir şekilde gözlemliyoruz. (Evet, köpek eti helaldir. Mideniz kaldırıyorsa yersiniz.)

Bir ikinci örnek de şu olacak. Bilenler bilir benim saçlarım yanlardan kısa üstlerden uzundur. Ee hal böyle olunca insan biraz daha ileri gidip boyatmak da isteyebiliyor. Bir gün arkadaşlarımla eve doğru taksiyle giderken onlara saçlarımı gri renge boyamak istediğimi ve dinen de bir sakıncası olmadığını söyledim. Taksici abimiz yüksek ihtimal sünni idi ve sünni mezheplerden hiçbirisinde saçı gri renge boyatmaya bir engel yoktur. Sadece siyah renge boyatılması uygun görülmemiştir. Kur'anda ise böyle bir yasak zaten yoktur. Fakat taksici abimiz ben böyle dedikten sonra "Dinen nasıl sakıncası olmaz?" sorusunu sordu. Bakın bu durumu anlamak zor değil. Bizim kültürümüzde saçı griye boyatmak diye bir şey yoktur. Abimiz de geleneğini o kadar benimsemiş ki geleneğini din sandığı için, kendi mezhebi açısından bir sakıncası da olmamasına rağmen bunun böyle olamayacağını yani saçın griye boyatılamayacağını düşündü. Bu durumu farklı şekillerde de gözlemleyebiliriz. Sakal kesmek, cübbe-sarık giymek, misvak kullanmak, hurma yemek v.s peygamberimizin kendi kültüründe var olan ve doğal olarak kendisinin de uyguladığı kültürel şeylerdir ve tarihseldir. Muhammed (a.s) eğer Malatyada doğsaydı kıyafeti de farklı olacaktı, ağzını temizlediği gereç de farklı olacaktı, yediği meyve de. Kayısıyı severdi herhalde...

Yazının sonuna giderek insanların geleneklerini din sanmasına dair bir örnek daha bulabilirsiniz. Konu çok uzamasın diye burada yazmıyorum. Merak eden bakabilir. (2)


֎ Gelenek dinselleşirilemez. Kur'andan 2 örnek.


Allah onaylamadıkca geleneğin din olamayacağına dair Kur'andan iki tane örnek vermek istiyorum. Bunlardan birincisi Muhammed (a.s)'ın evlatlığı olan Zeyd'in eski eşi ile evlenmesi olayı olacak. Genellikle Ateistler de bu konuyu çok suistimal ederler fakat bence olay gayet açıktır. Olayın tartışılan kısımlarına girmeyeceğim sadece konuyla ilgili bir kaç şey söylemek istiyorum. Allah Kur'anda Muhammed (a.s)'ın son nebii olduğunu söylediği ayette şöyle buyurmaktadır.

Muhammed içinizden herhangi bir erkeğin babası değildir, ama Allah'ın Elçisi ve Nebiilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir. (33/40)

Dikkat ederseniz Allah, Muhammed (a.s)'ın Zeyd'in eski eşi ile evlenmesini anlattığı ayetten (33/37) hemen 3 ayet sonra "İçinizden herhangi bir erkeğin babası değildir." demekte. Buradan aslında evlatlığın gerçek anlamda kendinden olma bir çocuk gibi olmadığını fakat bu müessesenin bir sahiplenmek/korumak/himaye altına almak için var olduğunu anlıyoruz ve bu şekilde aslında Muhammed (a.s) geliniyle evlenmiş olmuyor. Bakın şu zamanda bile bir kişi evlatlığının eski eşiyle evlense biz kültürümüz/geleneğimiz bunu garipseriz fakat kimse buna haram diyemez. Zamanın Mekkeli Müşrikleri de kendi geleneklerini Dinselleştirdikleri için bunu garipsemişlerdi fakat Allah Muhammed (a.s)'ı evlatlığının eski eşiyle evlendirerek bunun haram olmadığını ve geleneğin din olmadığını Muhammed (a.s) üzerinden örneklendirerek bizlere açıkladı. Nitekim konuyla alakalı Kur'andaki tek örnek de bu değildir.

Mekkeli Müşriklerin geleneklerinden dinselleştirdiklerine dair verilebilecek bir başka örnek de Zıhar meselesidir. Müşriklerin inanışına göre eğer bir erkek eşine "Sen bana anamın sırtı gibisin" derse nikah düşer ve bir daha evlenmesi haram olurdu. Bu onların kabul edebileceği bir şey değildi. Gelenekleri bu şekildeydi. Allah ise konuyla ilgili ayette şöyle buyurmaktadır.

"Allah, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir." (33/4)

Bir başka ayette Allah şöyle buyurmaktadır;

İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır. (58/2)

ayetin devamındaki ayetlerde de (58/3-4) Allah eşlerine zıhar yapanların ne yapması gerektiğini söylemekte.

Kısaca gördüğümüz gibi geleneği din edinmek çok doğal bir durumdur fakat yanlıştır. Bu hataya Mekkeli Müşrikler de düşmüştür. Hatta sadece Mekkeli Müşrikler de değil. Musa (a.s) ve daha bir çok peygamber de benzeri tutumla karşılaşmışlardır.

Dediler ki: “Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hâkimiyet (devlet) ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz." (10/77)


Yine konuyla ilgili Kur'an da okunması gereken bir çok ayet var ama hepsini tek tek buraya yazamayacağım malesef. En'am suresinin 59. ayetinden 67. ayetine kadar ve Enbiya suresinin 53. ayetinden 56. ayetine kadar da okuyabilirsiniz. Buralarda da Hz İbrahim örnekliği verilir. Kısacası bütün peygamberlerin hayatı "ATALAR DİNİ/GELENEKLERİNİ" ni "GERÇEK DİN" olarak görenlere karşı mücadele etmekle geçmiştir ki müşrikler bu sebeple Allah'a ortak koşuyor olup müşrik olmuşlardır. Tarih boyunca da bu böyle olmuştur.

Şüphe yok ki onlar, atalarını, sapıtmış bir halde bulmuşlardı da. Onlar da, koşa koşa onların izlerini izlemişlerdi. KENDİLERİNDEN ÖNCE DE niceleri aynı şekilde sapmıştı. (37/69-71)

Bu yazıda kısaca insanların geleneklerini dinselleştirmelerinin anlaşılabilir bir durum olduğunu fakat bunun bir hakikat olmadığını Kur'andan anladıklarımla anlatmaya çalıştım. Umarım iyi bir yazı olmuştur. Yazıyı daha fazla uzatmamak için burada bırakıyorum. Allah'a emanetsiz.

Selam ve Dua ile...

---
(1) 16 Temmuz 2020 tarihinde /gerekcelendirilmisinanc instagram hesabında bu yazmış olduğum yazıyı temel alarak, sevgili dostum Merve Balbay'ın katkılarıyla, daha geniş kapsamda bir sunum yaptım. İlgili sunum için buraya tıklayabilirsiniz .

(2) Herhalde 2020 yılının en büyük olaylarından bir tanesi de Corona virüsünün bütün dünyaya yayılması ve insanların alışık olmadığı bu duruma ayak uydurmaya çalışmasıydı. Hal böyle olunca virüsün daha fazla yayılmaması için insanlar sokağa çıkamadılar ve mesela Cuma namazları sadece evde kılınabilir oldu. Tam da bu durumda Türkiye'de yaşayan müslümanlar, Kuveytte ezanın farklı bir şekilde okunduğunu öğrendiler ve ortalık bir anda ayağa kalktı. Kuveytte ezanın değiştirildiğini duyan müslümanlar ilk başta dinleri elden gidiyormuş gibi tepki gösterdiler. Ezan, [Hayye 'ales-salâh = Haydi namaza] yerine [Es-salât-u fî buyûtikum = Namazı evinizde kılın] olarak okundu. Bu alışık olduğumuz bir süreç olmadığı için biz müslümanlara oldukca garip geldi. Ne zaman ki önde gelen din adamları açıklama yapıp bunun caiz olduğunu söylediler, işte o zaman rahatladılar. Bu durum da aslında geleneğimizi din sanıyor olmamıza muazzam bir örneklik teşkil etmektedir. Çünkü ezanın formatı farz değildir ve kültüreldir.

Yazıyı en son 17.07.2020 tarihinde güncelledim.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden Burçları ve Falları konuşmamalıyız?

Abdulkadir Geylani ve Sorularla İslamiyet eleştirisi

Ahlakın rasyonel bir şekilde temellendirilmesi