Hadislerin dinde kaynak olma meselesi ve Tasavvuf hakkında kısa bir değerlendirme...

Kendisini HAK yola adamış bütün vahiy dostu müslüman kardeşlerime, abilerime ve ablalarıma selam olsun...

Çok fazla eleştiri almam sebebiyle bir yazı yazma gereği duydum. Bu yazı önemine binaen biraz uzun olabilir. Umarım okurken sıkılmazsınız.

Konular;
1) HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR?
2) TASAVVUF METİNLERİ HAKKINDA DEĞERLENİRME. BİRİSİNE "ALLAH DOSTU" DENİLEBİLİR Mİ? NEDEN SATAŞIYORUM?

Genel olarak nasıl düşündüğümü ve neden düşündüğümü beyan edeceğim bu yazıda öncelikle biraz kendimden bahsedeceğim ondan sonra konulara geçeceğiim. (Kendimden bahsetmemin bir sebebi var).

1998 yılında İstanbul Kartalda doğdum. 2016 senesinde Esatpaşa Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun oldum ve şuan İstanbul Üniversitesi Biyoloji bölümünde öğrenciyim. İmam Hatip okumama rağmen dini konularla ilgilenmeye ilk defa 4-5 sene önce 11. sınıfta başladım. Arkadaşlarımla bir gün Counter (Kantır) oynamak için internet kafeye gitmiştik. Bu bir prensiptir masalar açılır açılmaz oyuna girilmez. İlk 5 dakika insanlar Youtube,Facebook v.b sosyal medya sitelerine girerler ondan sonra oyuna girilir. Yine böyle bir durumda yanımda oturan bir arkadaşım Youtube'dan Dr Zakir Naik'in "Allah var mıdır?" isimli videosunu izliyordu. Merak edip ben de açtım. Şok olmuştum. Normalde de hayatını rasyonel bir şekilde temellendirmeye çalışan bir insandım fakat o zamana kadar kimse bana "Din de rasyonel bir şekilde temellendirilebilir" dememişti. İlgili videoyu bilen bilir videoda anlatılan ayetleri duyduğum zaman şok olmuştum çünkü İmam Hatipte okuyor olmama rağmen 1 kez olsun merak edip meal okumamıştım ve Kur'anda böyle ayetlerin olması bir hayli şaşırtıcıydı. Bu olay 11. sınıfın ikinci döneminde gerçekleşti. Birinci dönem pencerede elinde pet şişeyle RAP yapan ben artık ikinci dönemde Kur'an okumaya, ezan okumaya başlamıştım. Bu sıralar (2014-2015) internetten ateist platformlarda takılmaya başladım. Kur'an da çelişki olduğu iddiaları, 4 kişiyle evlilik v.b meseleleri değerlendiriyordum. Hatırlıyorum Hayalhanem,Sözler Köşkü gibi kanallardan Risale-i nur sohbetleri dinliyordum. Yine Dr Zakir Naik, Nouman Ali Khan ve Hamza Tzortzis vazgeçilmezimdi. Kabul etmeliyim ki ilk zamanlar bayağı ezberciydim fakat gerçekten çok araştırıyordum. Geceleri uyumuyordum. 1 hafta boyunca günde sadece 3 saat uyuduğumu fakat sonradan hasta olduğum için artık biraz daha fazla uyumam gerektiğine kanaat getirdiğimi bilirim. Çok heyecanlıydım. Bir kere şahit olmuştum. Daha fazlasını istiyordum. Aradan çok geçmeden malum Ateist sitelerde takıla takıla Bilim-Felsefe okumaları yapa yapa youtube'dan Caner Taslaman hocamı dinlemeye başladım. Dinliyorum ama kim olduğunu bilmiyorum. Teolojik tartışmalardan da bilhaberim. Hatırlıyorum 11. sınıfta Recm hadislerini kabul ediyordum ve "Allah istese bir keçiyle bir ayeti nesh edemez mi?" diyordum. Çok zekiymişim :d Hatta Üstadım Dr. Zakir Naik, ayetlere (6/159,30/32) dayanarak mezhepleşmenin haram olduğunu söylüyordu ben de "Dr Zakir Naiki severim ama bu konuda yanlış düşünüyor. Ayetler kafirlerle alakalı Mezhepler rahmettir" diyerek mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyordum. Hatta sınıftaki arkadaşları da sorular sorarak sıkıştırıyordum :) Bakın, şimdi ben bu tarz şeyleri söyleyen insanları eleştiriyorum. Böyle bir mantık Kur'andan geçer not almaz. Fikirlerim değişti fakat araştırmaya başladığımdan itibaren her zaman için şunu söyledim "Biz bu yola başgoyduk gardaş!"

Lise hayatım kısaca böyle, kendimi çok tanıtmadım çünkü öyle tanınmaya değer birisi değilim sadece (lise dönemi) geçmişimden biraz bahsetmek istedim çünkü ben geçmişte de şuan ki gibi düşünmüyordum. DEĞİŞTİM. Kur'an'ın beni değiştirmesine izin verdim. Ben de geleneksel din anlayışı üzerinden eğitildim. Gerçi Hadis sınavında bir soruya yaklaşık olarak "Bu hadis sahih olamaz. Hem Peygamber efendimiz gayet anlaşılır konuşurmuş hem de mescitte dünya kelamı konuşmayla günahların silinmesinin ne alakası var?" şeklinde bir cevap vermiştim ve hoca tam puan vermişti. Evet mantığımla Hadisi reddettim ve tam puan! Şaşırmayın :d Hadis zaten muhaddisler tarafından "Uydurma" olarak niteleniyordu. Yoksa ehli hadisin bu konuda mantığa güvenmeyecek kadar titiz (!) olduğunu biliyoruz. Neyse...

Üniversite sınavına girdim ve İÜ Biyoloji bölümünü kazandım. Hazırlık okuduğum sene (2 sene öncesi) ilk defa kitap okuyacaktım. Bu zamana kadar hep videolarla ve internetten makalelerle kendimi geliştirmiştim. İlk okuduğum kitap Caner Taslaman hocanın "Bir müslüman evrimci olabilir mi?" isimli kitabı olacaktı. Kitabı internette gördüğümde çok şaşırmıştım. Bu zamana kadar acayip evrim karşıtıydım ve Caner hocayla bu konuda farklı düşünüyor olmak beni üzmüştü. Aslında buradan o zamanlar Caner hocayı pek yakından takip etmiyor olduğum sonucu çıkarılabilir. Kitabı PDF olarak indirdim ama okuyacağımı sanmıyordum. Yolda giderken okumaya karar verdim ve okuduğumda kafamdan aşağı kaynar sular dökülmeye başlamıştı. "Bu yazmana kadar boşu boşuna evrim karşıtı bir pozisyonda durmuşum." diyordum. Sonra Caner hocanın evrim konusunu daha geçiş çerçevede değerlendirdiği ve aynı zamanda Doktora tezinin kitaplaşmış versiyonu olan "Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı" kitabını okudum. Evrim teorisi karşıtlığının bize Hristiyan kültüründen kalma olduğunu anlamıştım. Sonra Caner hocanın diğer kitaplarını okudum. Tabi bu arada internetten yine deli gibi video izliyorum ve okuma yapıyorum. Tartışmalar,konferanslar makaleler v.s Fakat şunu söyleyebilirim. Hiçbir süreç kolay geçmedi! Delirmek üzere olduğum günleri bilirim...

Şimdi beni aslında A dan Z ye tanıdınız gibi. Tabi çok kısa kestim ama olaylar böyle gelişti yani. Burada kısaca düşüncelerimin zamanla değiştiğini lise-üniversite şeklinde anlattım. Şimdi ise konulara değineceğim fakat öncesinde ufak bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Bu yazacağım ufak şey aslında bir temel oluşturmak için olacak hemen lafı uzatmadan yazayım...

Bana Ateisti de yazar Deisti de Agnostiği de hatta Müslümanı da... Her zaman için derim ki "Kardeşim araştır! Araştır çünkü Dinlerin sunmuş olduğu; yaptıklarımızdan sorumlu olacağımız, sevdiklerimizi bir daha görebileceğimiz gibi iddialar göz ardı edilemeyecek türden olan iddialardandırlar." Tabi bunu söyledikten sonra şunu da söylerim. Bir iddia ne kadar göz ardı edilemez olursa olsun ANLAMSIZ da olabilir. Mesela birisi Dünyanın uydusu olan Ayın arkasında dünyayı 3 saat içinde yok etmek üzere bekleyen bir ejderha olduğunu iddia etmiş olsun. Bakıldığı zaman bu iddia göz ardı edilemezdir ama aynı zamanda da ANLAMSIZDIR çünkü iddia mümkün değildir. Fakat Dinlerin sunmuş olduğu iddiaların bir MÜMKÜN YAPICISI (ALLAH) vardır. Yani burada asıl soru aslında "Allah var mıdır?" olacaktır ama konu uzamasın diye detaya girmiyorum. Burada anlatmaya çalıştığım şey şudur; "Allah var mıdır? Allah var ise bir din göndermiş midir? Bu din İslam mıdır? İslam nasıl anlaşılmalıdır?" v.b sorular karşısında suskun kalamayız. Dolaylı olarak hepsi göz ardı edilemez sorulardır. Yani araştırmalıyız. Bu kadar önemli bir olgu araştırmaya değerdir! Sırf annemden babamdan duydum diye veya böyle bir kültür içinde doğdum diye Din hakkında söylenen bir şeyi hemen kabul edemem.

Bir de dikkat edin. Her insan kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak ister. Tekrar yazıyorum. Her insan kendi inandığı şeyin doğru olduğuna inanmak ister. Ne demektir bu? Yani kimse durduk yere "Benim toplumum yanlış. Ben yanlışım. Atalarım yanlış" demez ki zaten biraz sonra ayetlerde göreceğiniz üzre kimse de tarihte bunu kolay kolay dememiştir. Sonuç olarak bize düşen iki kavramı vurgulamak istiyorum; 1) SAMİMİYET 2) AKIL (Bunlara girmiyorum)

Allah Kur'an da Müşriklerin düşünce yapısını şöyle ifşa etmektedir;

وَقَالُوا لَوْ شَاء الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُم مَّا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar." (43/20)
أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِّن قَبْلِهِ فَهُم بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ
Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar? (43/21)
بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُونَ
Hayır! Onlar sadece, “Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz” dediler.(43/22)
وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَ
İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, “Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz” demiş olmasınlar. (44/22)

قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ آبَاءكُمْ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ
(Gönderilen uyarıcı,) “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar, “Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler.

Konuyla ilgili diğer ayetler de şöyle;

Âyetlerimiz apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, “Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır” dediler. Bir de, “Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandır” dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler. (34/43)

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? (2/170)

Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Rasul’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı? (5/104,31/21)

Sadece Hz Muhammed bu cümlelere maruz kalmış değildir. Aynı şekilde Hz Musa'ya da böyle olmuştur.

Dediler ki: “Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hâkimiyet (devlet) ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz.” (10/77)

Yine konuyla ilgili Kur'an da okunması gereken bir çok ayet var ama hepsini tek tek buraya yazamayacağım malesef. En'am suresinin 59. ayetinden 67. ayetine kadar ve Enbiya suresinin 53. ayetinden 56. ayetine kadar da okuyabilirsiniz. Buralarda da Hz İbrahim örnekliği verilir. Kısacası bütün peygamberlerin hayatı "ATALAR DİNİ" ni "GERÇEK DİN" olarak görenlere karşı mücadele etmekle geçmiştir ki müşrikler bu sebeple ortak koşuyor olup müşrik olmuşlardır. Tarih boyuncada böyle olmuştur.

Şüphe yok ki onlar, atalarını, sapıtmış bir halde bulmuşlardı da. Onlar da, koşa koşa onların izlerini izlemişlerdi. KENDİLERİNDEN ÖNCE DE niceleri aynı şekilde sapmıştı. (37/69-71)

Birisi bana bu dünyada ki en önemli cümleyi kur dese derim ki;

"İnsanlık tarihi ALLAH'A İFTİRA ile dolu"

Bütün bu ayetlerden çıkartacağımız ders şudur: Hiç kimse sorgusuz sualsiz ATALARININ mutlak manada HAKK üzere olduğunu iddia edemez. Şimdi "Yapma ama! İslam alimlerinden bahsediyoruz" diyenler olacaktır. Biraz düşünün. Müşrikler için onların ATALARI sizce değersiz miydiler? Onlarda "Yapma ama! Alimlerimizden bahsediyoruz" demediler mi? "İyi ki Müslüman doğduk Elhamdülillah" diyoruz. Bugün gidin Hristiyanlara onlar bizden farklı şeyler mi düşünüyorlar? Onlar "İyi ki Hristiyan doğduk Çok şükür." demiyorlar mı? Kısaca, sorgulayacağız kardeşim. Bu sorgulamayı insanların yanlışlarını bulmak için de değil doğruyu bulmak adına yapacağız. Bize bir din öğretildi. Bu DİN acaba arı duru haliyle Allah'ın indirdiği Din midir bunu sorgulayacağız! Özellikle de din adamlarına dikkat edeceğiz Çünkü Din adamları konusunda Allah bizi uyarmıştı;

“Ey iman edenler, gerçek şu ki, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar… Onlara acı bir azabı müjdele.” (9/34)

“Kendi elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır’ diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (2/79)

Alimlerini kutsayarak Atalar dinini benimseyen insanlar da kınanmıştır. Bunun da örnekliği vardır.

Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine BENZİYOR. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! (9/30)

(Yahudiler) Allah’ın peşi sıra, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır. (9/31)

Hatta atalar yolunda giden insanların ahirette haykırışlarının da şu şekilde olacağını Allah şu ayetlerle bize bildirmekte...

“Ve derler ki: ‘Rabbimiz! Biz, efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat azap ver; onları büyük bir lanetle lanetle!’” (33/67-68)

Kısacası bilinçli olacağız ve sadece ALLAH'A KUL OLACAĞIZ. Çünkü Peygamberimiz de böyle yaptı;

De ki: “Şüphesiz bana, dini Allah’a has kılarak O’na kulluk etmem emredildi.” (39/11)

Bu bilinci oluşturmam gerekiyordu. Bu yazdıklarımdan sakın şunlar anlaşılmasın. "Geçmişte herkes yanlış bir ben doğruyum" demiyorum. "Alimleri asla ama asla dinlemeyin/okumayın" demiyorum. Sadece "Onların dedikleri mutlak doğru olmak zorunda değil. Din'i insanlardan değil ALLAH'TAN öğrenin/öğrenelim" diyorum. Bütün çabam bundan ibarettir.
---------------------------------------------------------------------------------
1. KONU = HADİSLER NEDEN DİNİN KAYNAĞI OLAMAZLAR?

Öncelikle şu konuya bir netlik kazandıralım. Hadis, "Peygamberin sözü" demek değildir. Hadis kelime anlamı itibariyle "Söz" demektir. Terminolojik olarak ise Hadis usulünde hadis "Muhammed (a.s)'ın olduğu İDDİA edilen söz" demektir. Yani sadece bir iddia. Binaenaleyh bir hadisi reddetmek Peygamberi reddetmek değil fakat o hadisi nakleden kişiyi reddetmektir.

1.1) Usulü fıkıhcılara göre bir hadis ne kadar "Sahih" kabul edilirse edilsin. Ahad haberdir ve Zann (kesin olmayan bilgi) hükmündedir.

Doğruluk yüzdesi şöyledir;

Bir hadis Mevzu ise bu %0-%30 ihtimalle Peygambere ait olabilir demektir ve kaynak olarak alınmaz.
Bir hadis Zayıf ise bu %30-%50 ihtimalle Peygambere ait olabilir demektir. Bazılarınca kaynak olarak alınır bazılarınca alınmaz (ama genel olarak alınmaz).
Bir hadis Hasen ise bu %50-70 ihtimalle Peygambere ait olabilir demektir. Kaynak olarak alınır.
Bir hadis Sahih ise bu %70-%99 ihtimalle Peygambere ait olabilir demektir. Kaynak olarak alınır.
Bir hadis Mütevatir ise bu %99-%100 ihtimalle Peygambere aittir demektir. Mesela Kur'an lafzi mütevatirdir.

Zan (kesin olmayan bilgi) ise Kur'an'a göre dinde asla delil olamaz. Bir kere zannın (kesin olmayan bilginin) bir kısmı günahtır.

"Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır..." (49/12)

Din konusunda da Zann (Kesin olmayan bilgi) ile hareket edilemez.

Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz ZAN, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez. (53/28)

Allah müşrikleri de bu konuda eleştirmiştir.

Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak ZANNA uyuyorsunuz ve siz sadece YALAN söylüyorsunuz.” (6/148)

Zaten bir sonraki ayet de Dinde kaynağın (ve sağlam bilginin) ne olduğunu özetler niteliktedir.

De ki: “En üstün delil yalnızca Allah’ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi.” (6/149)

Tümdengelimsel bir formatta aslında argümanı şöyle kurabiliriz;

1) Bir Hadis Sahih dahi olsa Ahad haberdir ve zan (kesin olmayan bilgi) hüviyeti taşır.
2) Zann içeren bilgi dinde kaynak olamaz.
3) Hadisler dinde kaynak olamazlar.

İlk 2 öncülü kabul ediyorsak -ki yukarıda gerekçelendirdim- mantığın bir sonucu olarak 3. öncülü kabul etmek durumundayız. Yani hadisler dinde kaynak olamazlar.

Aynı zamanda mutaber hadis kitaplarının derlenmesi bağlamında İlk dönem İslam tarihini kronolojik olarak sıralarsak oluşacak sıra şudur;

Hz Muhammed'in vefatı sonrası siyasi kavgalar/savaşlar > Mezheplerin oluşumu > Hadis kitaplarının derlenmesi

Dikkat edin Hadisler zaten 200 sene sonra derlenmiştir. Bir de geçmişte siyasi savaşlar olup mezhepler oluşmuştur. Siyasi savaşlardan sonra mezheplerin oluşması kaçınılmazdır. Çünkü her siyasi grup diğerine muhalefet ederek kendisine göre bir din/mezhep oluşturmak istemiştir. Mezheplerden sonra hadisler yazıya geçirildiği için de her Mezhep kendisine göre olan hadisleri kabul etmiştir/uydurmuştur. Nitekim Sünnilerin ayrı Şiilerin ayrı hadis kitaplarının olması bu söylediklerimi destekler niteliktedir. Tabi daha yazılacak çok şey var fakat bu kadarının olayı anlamak için yeterli olduğu kanaatindeyim.

1.2) Kur'ana göre dinin tek bir kaynağı vardır. O da KUR'ANDIR.

Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan çevirmesinler. Rabbine çağır ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma! (28/87)

Bu (Kur'an dan) başka artık hangi söze inanacaklar? (77/50)

Biz bu kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir
rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16/89)

Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın
dışında bir hakem mi arayayım? (6/114)

Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var; İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu? (68/36-38)

O yalnızca bir öğüt ve mübin (apaçık) bir Kuran’dır. (36/69)

Konuyla alakalı en açık ayetlerden birisi Zuhruf suresinin 44. ayeti. Şöyle ki;

Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz. (43/44)

Şimdi bu yazdığıma şu şekilde bir itiraz gelebilir. Diyebilirler ki;

"Tamam. Kur'andan hesaba çekileceğiz de bizzat Kur'an bizi Rasulullaha yönlendiriyor! Yani Hadisler de dolaylı yoldan dinde kaynak olurlar."

Şimdi bahsedeceklerim hem bu itiraza cevap olacaktır hem de aynı zamanda 1.3 olacaktır.

1.3) 1.1 de Hadislerin gerek hadis metodolojisi gereği gerekse Tarihsel açıdan Dinin kaynağı olamayacağını çok ama çok kısa bir şekilde belirttim. Bu konu hakkında kitaplar yazılmış/yazılıyor, seminerler/konferanslar/tartışmalar düzenleniyor. Benim burada her şeyiyle yazmam hem yazının amacı gereği hem vakit gereği hem de yazılan yer gereği (Sonuçta kitap yazmıyorum) taktir edersiniz ki saçma olur. "Ee o zaman neden yazıyorsun?" denilebilir. En azından bu yazdıklarım sizleri düşünmeye ve araştırmaya sevk eder. 1.2 de ise Kur'an açısından dinin tek kaynağının Kur'an olduğunu vurgulayan BAZI ayetlere değindim. Şimdi ise yine Kur'andan hareketle Hz Muhammed'in tutumunu göreceğiz.

Sünni çevrelerce Hadislerin dinin kaynağı olduğunu savunanlar genelde şu ayetleri delil getirirler.

İddia ayet 1) Ayeti cımbızlayarak ve "Resul" kelimesi yerine "Peygamber" yazarak ayeti şöyle tahrif ederler;

"...Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin..." (59/7)

Kur'an da peygamber kelimesi geçmez. Allah peygamberleri için "Resul" ve "Nebi" kelimelerini kullanır. Bunların ne anlama geldiğini daha sonra yazacağım.

Öncelikle ayetin tam metni ve doğru tercümesi şu;

ALLAH'ın o ülkelerin halklarından elçisine ganimet bıraktığı şeyler ALLAH'ın ve elçisinindir. Yani akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verilmelidir ki zenginlerinizin arasında tekelleşmesin. Elçinin size verdiğini alın; ancak onun size vermediğinden uzak durun. ALLAH'ı dinleyin. ALLAH'ın cezalandırması çetindir. (59/7)

Yani, ganimetlerin paylaşımı konusunda inen bir ayet sanki HER KONUYLA alakalıymış gibi yansıtılmıştır. Bu yanlıştır. Allah ganimetlerin paylaşımı konusunda bilgiyi verdikten sonra "Elçinin size verdiğini alın" diyerek aslında "Allah'ın size verdiğine razı olun" demiş olmaktadır. Çünkü ayetin ilk başlarında zaten bu ganimet dağılımının nasıl yapılacağı teorik olarak belirtilmektedir. Pratikte ise savaşlardaki ganimetler değişeceğinden dolayı bir hesap yapılacaktır ve Resul ganimeti paylaştıracaktır. Fakat farz edelim ki ayetteki (İddia edildiği meal gibi) "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin" ifadesi (Dini bağlamda) bütün konuları kapsıyor olsun. Bunun cevabını birazdan "Hadisler dinin kaynağıdır" diyenlerin kendi görüşlerini desteklemek için diğer delil getirdikleri ayetleri yazıktan sonra cevap vereceğim.

İddia ayet 2) Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın. (9/19)

Bu ayetteki "Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan" ifadesinden hareketle "Allah'ın haram kıldıkları Kur'anda, Rasulün haram kıldıkları hadislerde geçer" derler. Ayetleri yazayım en son cevap vereceğim.

İddia ayet 3) Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (33/21)

Bu ayette de "Rasul bizim için örnektir. Yani hadisler gereklidir" derler. Bakın yazının başında ne dedim? "Hadis, peygamberin sözü demek değil. Hadis, peygamberin sözü olduğu İDDİA edilen söz demektir" dedim. Aslında biraz düşünen insan bu ayetten hareketle hadislerin dinin kaynağı olduğu yönündeki bir iddia için delil olamayacağını anlayacaktır çünkü bizzat Kur'an da Muhammed (a.s) hakkında çok örneklik bulabilirsiniz. (Bkz 66/1) Kaldı ki Allah İbrahim (a.s) içinde "İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır." (60/4) buyurmaktadır. O zaman İbrahim (a.s)'ın hadisleri nerede? Hiçbir şekilde hadislerle alakası olmayan bu ve benzeri ayetler delil olarak kullanılamaz...

İddia ayet 4) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (3/31)

Bu ayette de "Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun" ifadesinden hareketle "Hadislere uymalıyız" ı çıkartıyorlar. İddia 3 ün altına yazdığım gibi. Hadis, peygamberin olduğu İDDİA edilen sözdür. Mutlak manada Peygamberin sözü demek değildir. Devam edelim...

İddia ayet 5) Nisa suresinin 80. ayetini geleneksel meallerde şöyle bulursunuz;

"Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik."

Aslında bu meal de yanlıştır. Çünkü "Resul/Elçi" yerine "Peygamber" kelimesi kullanılarak ayet tahrif edilmiştir.

Doğru tercüme;

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
"Kim RESULE itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik."

Bu ayet için de "Peygambere itaat etmeliyiz ki (bu ancak hadislerle olur) Allah'a itaat etmiş olalım" denmekte...

Bu 5 ayet kullanılan en popüler ayetlerdendir. Şimdi hepsine birden cevap vereceğim fakat ondan önce şunu belirtmek istiyorum. Dikkat edin Kur'an da ne kadar "Resule itaat edin, Allah ve Resulü'nun haram kıldığı" v.b ifadeler varsa hepsinde şunu söylemişlerdir. "Allah'a itaat/Allah'ın haram kıldıkları KUR'AN, Resule itaat/Resulün haram kıldıkları da HADİSTİR" Aslında bu söylemlerini destekleyebilecek herhangi bir ayet yoktur. Bu, tamamen kafalarına göre yaptıkları bir yorumdur. Evet, Allah ayetlerde "Resule itaat" edin diyor da. "Resule itaat" in HADİSLER olduğunu nereden çıkartıyorlar? Bu yorumlarını nasıl temellendiriyorlar? Bakın "Resule itaat" neymiş...

Cevap 1) Şimdi bir kere "Allah ve Resulü" kalıbı hakkında şunu söylemek isterim. Aslında "Allah ve Resulü" tamlaması "İki farklı kaynak" ifadesi belirtmezler. Mesela Tevbe suresinin ilk ayeti şöyle;

Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır: (9/1)

Şimdi geleneksel algı ile bakacak olursak, eğer Allah ve Resulü ifadesi iki farklı kaynak ise başka bir deyişle "Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan..." (9/19) ifadesinden (ne kadar hadislerin Vahyi gayri metluv olarak geldiği iddia edilse de) iki farklı haram kaynağı (Kur'an ve Hadisler) olduğunu, Allah'ın haram kıldıklarının Kur'an da Resulün haram kıldıklarının ise Hadislerde olduğunu anlıyorsak o zaman Tevbe suresinin devam eden ayetilerinin Hem Allah hem de Resul tarafından yazıldığını anlamamız gerekir. Çünkü Tevbe suresi 1. ayetine göre 2. ve devamındaki ayetler "Allah ve Resulünden bir uyarıdır...". Allah ve Rasulünden uyarıysa ve Allah ve Rasul iki farklı kaynak (Kur'an ve Hadis) ise, Allah Muhammed (a.s) ile beraber mi yazdı bu ayetleri? Bu ise hiç şüphesiz kabul edilebilir değildir. Nasıl ki Tevbe suresinin bu ayetinden farklı iki kaynak anlamıyorsak neden "Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan..." ifadesinden farklı iki kaynak (Kur'an ve Hadis) olduğunu anlayalım? Kur'an da diğer "Allah ve Resulü" ifadelerine bakın benim söylediğimin doğru olduğunu anlayacaksınız. Ama yine de bir örnek daha vereyim.

Nisa suresinin 100. ayeti şöyle;

Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve Resulüne hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Ayetin ilk cümlesi "Allah yolunda hicret etmek" bir sonraki cümlede de "Allah ve Resulüne hicret etmek" ifadesi yer alıyor. Allah'a nasıl hicret edilir? Onun vahyini bize ileten Resule uyarak. Bu o kadar doğrudur ki zaten biraz sonra da "Resul" kelimesinin neye karşılık geldiğini de ayetlerden göreceğiz.

Cevap 2) Klasik anlayışa göre "Resule itaat edin, Resulde örneklik vardır, Resul neyi verdiyse onu alın" v.b ifadeler Hadisleri temsil etmektedir. Fakat dediğim gibi bu yorumun doğru olduğunu destekleyebilecekleri bir ayet yok. Yani neden "Resul" ifadesi hadisleri temsil ediyor olsun? Kim dedi bunu? Peki "Resule itaat" nedir?

Bir kere "Resul" kelimesinin tam Türkçe karşılığı "Elçi" dir. Elçi, mektuba ilave yapmaz. Elçi, mesajı olduğu gibi aktaran kişiye denir. Mesela A kişisi, B kişisine "Git C kişisine onu sevdiğimi söyle" demiş olsun. B kişisi C kişisine gitse "A kişisi seni seviyor ve seninle buluşmak istediğini söyledi" dese B kişisi Elçi olmuş olur mu? Olmaz. Bunu bir mektup ile aktaracak olsaydı o iletiyi içeren mektubun sahibi A kişisi değil B kişisi olmuş olurdu. Çünkü metne "Seninle buluşmak istediğini söyledi" ifadesini B kişisi kendi kafasına göre eklemiştir. B kişisi elçilik yapmaktan, mektup ise A kişisine ait olmaktan artık çıkmıştır. Kur'anda ki "Resule itaat" ayetlerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Peki delilim ne?

Sen de aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. (5/49)

Bakın, biz bugün tabii olmak için Resule gitseydik o bizim aramızda bize ne ile hükmedecekti? Kur'an ile! Zaten bu yüzden Allah ona "Elçi" diyor. Çünkü o Kur'an'a/Dine/Mektuba bir ilave yapamaz. Bunu müşrikler zaten talep etmişti. Peki Resul/Elçi ne demişti?

Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. BEN ANCAK BANA VAHYOLUNANA UYARIM. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.” (10/15)

Eğer Resul Kur'ana bir ilavede bulunmuş olsaydı Şah damarı kesilirdi...

Eğer (Resul) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı. (69/44-47)

Aslında olay bu kadar basit. Resul-Kur'an ilişkisiyle ilgili başka ayetlere bakalım...

Aslında burada bir iddiayı daha dile getirmek istiyorum. Diyorlar ki "(Biraz sonra mealini vereceğim) Ayete göre Resul'ü aramızda hakem yapmalıyız! Yani hadisleri!!!" Hangi ayet?

Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar. (4/65)

Allah aşkına! Aramızda çekişmeli bir konu olduğu zaman Resule gitmek ile Hadislerin ne alakası var? Maide suresinin 49. ayetini hatırlayalım...

Sen de aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. (5/49)

Biz Resule gitsek dahi o bize Allah'ın kendisine indirdiği ile hükmedecekti zaten! Bu o kadar doğrudur ki biraz önceki Hadisleri işaret ettiği iddia edilen 4/Nisa suresinin 65. ayetinin biraz daha devamında hemen 40 ayet sonrasında bunun zaten böyle olduğu beyan ediliyor...

(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma. (4/105)

Bir başka ayet de şöyle;

Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik. (16/64)

Yani biz Rasulullahın yanına gitseydik o bizi Allah'ın indirdiği ile düzeltecekti. Allah'ın indirdiği Zaten biraz önce de gördük müşrikler de "Kur'anı değiştir" diye bir talepte bulunmuşlardı (10/15) "Sözlerini/Hadislerini değiştir" diye değil... Onun şahsına yönelik bir saldırıları olmamıştı. Allah bunu da söylemekte.

Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın ÂYETLERİNİ inadına inkâr ediyorlar. (6/33)

Bu ayete biraz sonra yine değineceğim.

Evet aslında olay bu kadar açık. Fakat ben konunun önemine binaen yazmaya devam edeceğim... Gelelim Rasul'ün görevi ile ilgili ayetlere...

Bizler "Resul'ün görevi sadece ve sadece Tebliğ etmektir" dediğimiz zaman. Bize itiraz olarak genelde şunu söylerler "Nee? Resulün görevi sadece tebliğ mi? Resul sadece bir Postacı mı? Neden küçümsüyorsun?" Bir kere biraz düşün kardeşim ya. Allah'ın postacısı olmak kötü bir şey mi? Ki o bir postacı da değildir. Postacı, mektupla ilgilenmez. Onu sadece iletmek ile görevlidir. Fakat Resullullah bizzat mektubun da muhattabıdır. Aynı zamanda görevi onu iletmektir. Bu kadar.

Bize diyorlar ki "Resul'ün görevi sadece tebliğ mi?"

Biz de diyoruz ki "Resul'ün görevi apaçık bir tebliğden başka nedir?" (16/35)

Resulün üzerine düşen ancak tebliğdir. (5/99)

Resule düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir. (29/18)

Allah’a itaat edin, Resule de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir. (64/12)

Evet, Resul'ün görevi sadece ayetleri tebliğ etmektir ki Kur'an da şöyle de bir ayet var.

Eğer biz onları o Kur’an’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir RESUL/ELÇİ gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce AYETLERİNE uysaydık” derlerdi. (20/134)

Bakın bu ayete göre de Resulün görevi Ayetleri tebliğ etmektir. Başka bir deyişle Resule uymak ayetlere uymaktır. Çünkü müşrikler "Resul gönderseydin de ayetlerine uysaydık" demektedir. Yani "Ayetlerine ve hadislere uysaydık" falan değil.

Yine şu ayetten de Resulün Ayetleri tebğil ettiğini anlıyoru ki Allah şöyle buyuruyor;

Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler ALLAH'IN AYETLERİNİ inadına inkâr ediyorlar. (6/33)

Cevap 3) Genel olarak değerlendirmelerimizde Resul'e itaat emirlerini ve Resul'e itaat etmenin de aslında Allah'a itaat etmek olduğunu gördük. Bu noktada akla "Neden Allah direkt 'Allah'a itaat edin' demedi de 'Allah'a ve Resulüne itaat edin' dedi?" şeklinde bir soru gelebilir. Bunun böyle olması gayet doğaldır çünkü bizler Allah'tan haber almak istesek nasıl haber alabiliriz? Tek başımıza alamayız. Allah mesajını aramızdan birisini seçerek bize yollar. Bizde o kişiye uyarak aslında Allah'ın mesajını almış oluruz ki Allah bu yüzden Nisa suresinin 80 ayetinde "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" buyurmaktadır.

"Resule itaat". Burası çok önemli. Kur'an da hiçbir ayette "Nebiiye itaat edin" diye bir emir yoktur. Dediğim gibi Kur'an da "Peygamber" kelimesi geçmez. Bunun yerine Allah iki kelime kullanır. 1)Resul 2)Nebi

Resul söylediğimiz gibi elçi demektir ve görevi temsil eden bir kelimedir. Yani ekleme azaltma yapmadan aktarma görevini yapan kişiye Resul denir.

Nebii ise bir makamdır. Bir ünvandır. Bir mesleğin adıdır da diyebiliriz. Kur'an'a baktığımız zaman nebii yanılabilir fakat Resul yanılamazdır.

Mesela Allah Muhammed (a.s)'ı uyarırken Nebii kelimesini kullanıyor. Nebi kelimesini ayetin orjinal arapça metninde parantez içine alacağım...

يَا أَيُّهَا [النَّبِيُّ] لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (66/1)

Bakın Allah bu ayette "Ey Resul!" demedi. Çünkü konu peygamberimizin "Resul" sıfatıyla alakalı değil. Peygamberimiz bir hata yapıyor. Allah elçisine hitap ederken "Ey Nebii" diyor.

Yine Enfal suresinin 67. ayetinde de peygamberimizin "Nebi" sıfatıyla kınandığını görüyoruz. Konu savaş sırasında esir almakla alakalı. Muhammed suresi 4. ayetin ilgili bölümünü bir hatırlayalım. Allah demişti ki;

"...Nihayet onları çökertip etkisiz hâle getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin...." Yani düşmanı yendikten sonra esir alabilirsiniz ve bu esirleri ya karşılıksız ya da fidye ile salarsınız. Fakat Peygamberimiz ve ashabı bu hataya düşmüşlerdi ve Allah onları uyarmıştı;

مَا كَانَ [لِنَبِيٍّ] أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, hâlbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (8/67)

ALLAH'ın daha önce koyduğu bir hüküm olmasaydı aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azap dokunacaktı. (8/67)

Aslında bu attığım ayetler olayı kavramak için yeterlidir. Fakat çok ama çok somut bir örnek daha vermek istiyorum. Nebii ye itaatin olmadığının delillerinden birisi de Ahzap suresinin 36 ve 37. ayetlerindedir. Konu Peygamber efendimizin evlatlığının eski eşiyle evlenmesi... 36. ayetten bir okuyalım.

Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır. (33/36)

Aslında bu ayeti de "Hadisler dinin kaynağıdır" iddiasını temellendirmek için delil getirirler. Hani "Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman..." ifadesinden hareketle "Hadisler de dinin kaynağıdır" demişlerdir ki zaten "Allah ve Resulü" kalıbını Tevbe suresi 1. ayet bağlamında "Cevap 1" de anlatmıştım. Yani "Allah ve Resulü" tamlaması farklı iki kaynağı temsil etmiyordu. Peki neyi temsil ediyordu? Onu da Cevap 2 de açıkladım. Resulün görevi sadece ve sadece tebliğdir. Fakat Allah bizimle iletişime geçmek için aramızdan birisini seçmiştir. O yüzden "Resule itaat edin, Allah ve Resulü" ifadelerini kullanmıştır. Neyse...

Bu ayete göre;

1) Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman mü'minlerin tercih hakkı yoktur.
2) Eğer bu hükme karşı gelirlerse sapmış olurlar.

Neden? Çünkü Allah'a ve Allah'ın ayetlerini ulaştıran Elçi (Resul) ye itaat etmemiş olurlar. Hemen bir sonraki ayete bakalım. Ayeti parça parça yazacağım.

Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun...

Ayete göre peygamberimiz Zeyd'e (Ayetin devamında ismi zikrediliyor) "Eşini boşama!" dedi. Hatırlayalım. Bir önceki ayete göre ve klasik anlayışa göre Zeyd'in bu emre karşı gelmemiş olması gerekir. Geldiyse de kınanmış olması gerekir değil mi? Peki ne oldu?

...Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik...

Zeyd eşini boşamış. Peki bu konuda Zeyd kınanmışmıdır? Ayetin devamına bakıyoruz. HAYIR! Kınanmamış. Demek ki Peygamberimizin "Eşini boşama ve Allah'tan sakın" emri "Resul" sıfatıyla değil "Nebi" sıfatıyla emretmiş olduğu bir emirdir. Çünkü biraz önce Ahzap suresinin 36. Ayetinde de gördüğümüz gibi Allah ve Rasulu bir emir verdiği zaman seçme şansımız yok. Fakat Zeyd'in seçme şansı vardı. Bakın dostlar ayetler bu kadar açık. Son olarak bir de Mücadele suresindeki ayetleri yazayım...

Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (58/1)

Konumuz olayın ne olduğu olmadığı için buna girmeyeceğim. Dileyen surenin devamındaki ayetleri okuyabilir. Okurlarsa şunu göreceklerdir. Bu konuda Peygamberimizle tartışan kadın kınanmamıştır. Hatta Allah bir sonraki ayette kadını savunmuştur.

İçinizden kadınlarına zıhar yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (58/2)

Peki Ahzap suresinin 36. ayetine göre durum neydi? Bir daha yazayım...

1) Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman mü'minlerin tercih hakkı yoktur.
2) Eğer bu hükme karşı gelirlerse sapmış olurlar.

1. ayete göre Kadın Peygamberimizle tartışıyor. Halbuki tartışmamalıydı değil mi? Neden çünkü peygamber bir hüküm verirse tercih hakkın yoktur. Fakat O kadın Peygamberimizin içtihadından sonra durumu Allah'a şikayet edebilmiştir?

Hatta surenin devamında da Allah şöyle buyurmaktadır.

Allah’a ve Resûlüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır. (58/5)

Kadın peki neden kınanmamıştır? Çünkü burada da peygamber efendimiz "Resul" sıfatıyla değil "Nebii" sıfatıyla konuşmuştur. Daha örnekler verilebilir fakat bu kadarının yeterli olduğu kanaatindeyim.

Şunu da eklemek istiyorum. Kur'an da "Resule itaat vardır Nebiiye yoktur" demek "Nebi ye hiçbir konuda itaat etmeyin" demek değildir. Nebi Muhammed (a.s)'a da tabiki itaat edeceğiz. Fakat dini bir konuda değil. Dini konularda Resul Muhammed'e itaat edeceğiz.

1.4) Son olarak bütün bunlardan hareketle "Resül'ün görevi" bağlamında peygamberimizin görevini yerine getirip getirmediğine değineceğim.

Soruyorum. Sizce Allah Muhammed (a.s) dan razı olmuş mudur? Başka bir deyişle, Muhammed (a.s) Allah'ın ona verdiği görevi başarılı bir şekilde yerine getirmiş midir?

Öyle tahmin ediyorum ki Hiçbir Müslüman "Razı olmamıştır. Getirmemiştir." diyemez.

Biraz önce (1.3) de peygamberin görevinin "Apaçık bir tebliğ" olduğunu söylemiştik.

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ

Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen APAÇIK BİR TEBLİĞDEN ibarettir.

Maide suresinin 67. ayeti de şöyle;

Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği resullük görevini yerine getirmemiş olursun. (5/67)

Bakın dikkat edin Allah yine "Resul" kelimesini kullanıyor! Neyse... Şimdi bu ayetler bize ne dedi?

1) Resule düşen apaçık bir tebliğdir.
2) Eğer ona indirileni tebliğ etmez ise Resullük görevini yapmamış olurdu.

Yani Resul ayetleri tebliğ edecek ve bunu da Apaçık bir şekilde yapacak ki Resullük görevini yerine getirmiş olsun.

Hadislere baktığımız zaman şunu görürüz ki birbiriyle çelişen ve sahih kabul edilen çok sayıda rivayet vardır. Biraz sonra çarpıcı bir örnek vereceğim. Eğer "Sahih" hadisler arasında çelişkiler var ise ve bunları da söyleyen gerçekten peygamber ise peygamber "Apaçık bir tebliğ" de bulunmuş olur mu? Hiç şüphe yok ki olmaz. Mesela, binlerce sahabenin bulunduğu veda hutbesini ele alalım. Veda hutbesinin bize ulaşmış 3 farklı metni vardır. Bunlar şöyledir;

1 - "Size izleyeceğiniz iki şey bırakıyorum: Kuran ve benim Sünnetim." (Muvatta 46/3)

2 - "Size Kuran'ı ve aile halkımı (ehli beyt) bırakıyorum." (Müslim 44/4 Nu, 2408; Hanbel 4/366; Darimi 23/1 Nu, 3319).

3 - "Size Kuran'ı bırakıyorum; onu izlemelisiniz." (Müslim 15/19 Nu, 1218; İbn Mace 25/84 Nu, 3074; Ebu Davud 11/56, Nu 1905).

Sorularlaislamiyet sayfası durumu kurtarmak için "3 farklı yerde 3 farklı hutbe vermiştir" diyor. Fakat ben vicdanınıza soruyorum. Bir sürü ravisi olan binlerce insanın şahit olduğu fakat buna rağmen farklı varyantlarının bize ulaştığı bir sistem (hadisler) apaçık bir tebliğ midir? Diyelim ki peygamberimiz 3 farklı halka anlayacağı dilden hitap etmiş olsun. Fakat bu kadar önemli bir mevzuda böylesine bir farklılık olabilir mi? Hani başka bir konuda farklı şeyler dersin de kaynakların ne olduğu konusunda farklılık olabilir mi? Hem madem ki 3 farklı yerde 3 farklı halka hitap etti neden diğer konularda (Anlayacağı dilden hitap ederek) aynı şeyleri söyledi de bu kaynak mevzusunda 3 farklı şey söyledi? Böyle bir şeyi asla ama asla kabul edilemez. Ben Veda hutbesi diye bir şey olmamıştır demiyorum. Böyle bir iddiam yok. Olmuşsa ki olmuştur. Doğrusu hiç şüphesiz "Size Kuran'ı bırakıyorum; onu izlemelisiniz." rivayetidir.

Sonuç olarak Hadisler dinde kaynak olamaz çünkü;

1) Hadisler gerek tarihsel olarak gerek metodolojik olarak kabul edilebilir metinler değillerdir. (1.1)
2) Hadisler Kur'an'a göre kabul edilebilir değildir. (1.2)
3) Resule itaat, Resulün Allah'ın ayetlerini tebliğ etmesinden dolayı aslında Allah'a itaattir. Resulün görevi sadece tebliğdir. Resul yanılamaz (çünkü ayetleri tebliğ ediyor. Tebliğde hata olamaz) fakat Nebii yanılabilir. Yanlış içtihat yapabilir. (1.3)
4) Resul görevini Ayetleri tebliğ ederek tamamlamıştır. Hadisler apaçık tebliğ kategorisine girmediğinden dolayı dinde kaynak olamazlar. (1.4)
-----------------------------------------------------------------------------------
2. KONU = TASAVVUF METİNLERİ HAKKINDA DEĞERLENİRME. BİRİSİNE "ALLAH DOSTU" DENİLEBİLİR Mİ? NEDEN SATAŞIYORUM?

Beni bu konularda aydınlatan Fehmi İlkay Çeçen ağabeyimi burada anmadan geçemeyeceğim. Tabii sadece onu da değil. Aynı zamanda Vedat Yılmaz ağabeyim ve onlara bu imkanları sağlayan Süleymaniye Vakfını da anmak istiyorum. Allah hepsinden razı olsun.

-Yazdıklarımın kaynaklarını vermekle birlikte elimde bulunan ilgili bölümlerin de fotoğraflarını bu gönderiye yorum olarak atacağım-

Şunu belirtmek istiyorum. Bir çok Sünni "Tasavvuf ile Ehli Sünneti birbirinden ayırmak lazım" diyor. Ben de böyle bir ayrım yapılması gerektiği kanaatindeyim çünkü Tasavvuf bambaşka bir dindir. Bu konuyu çok ama çok kısa keseceğim. Çünkü çok detaylı işlenmesi gereken bir konu ve burada yazılacak türden de değil. Sonuçta Dipnot falan düşmesi zor ama kısaca Celaleddin Rumi ve eseri Mesneviden bahsetmek istiyorum. Sonra birkaç şey daha söyleyeceğim ve yazı bitecek. Hemen uzatmadan başlayayım.

1.1) Halk arasında "Mevlana" olarak bilinen -ki bu ifadeyi kullanmak yanlıştır- Celaleddin Rumi, kendi eseri olan Mesnevi'nin ön Sözünde Mesnevi için şunu diyebilmiştir.

"Mesnevi, alemlerin Rabb ‘inden inmedir" sadece bu da değil. Celaleddin Rumi, bizzat Allah'ın Kur'an için kullandığı cümleleri de Mesneviye isnad edebilmiştir.

⊙ Mesnevi ön sözünden;
Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır.

Kur'an;
Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır. (17/82)

⊙ Mesnevi ön sözünden;
Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından

Kur'an;
Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir. (41/42)

⊙ Mesnevi ön sözünden;
Tanrı, onu korur, gözetir

Kur'an;
Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. (15/9)

⊙ Mesnevi ön sözünden;
Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır.

Kur'an;
O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir. (80/13-16)

Şimdi bu verdiğim örneklerden hareketle "Yazgan bu ifadelerin Kur'an için kullanılmadığını nereden biliyorsun? Belki Celaleddin Rumi burada Kur'andan bahsediyor" denilebilir. Denilebilir de denilemez. Şöyle ki Celaleddin Rumi bütün bunları (ve daha fazlasını) söyledikten sonra şunu da söylüyor;

"Mesnevi ‘nin bunlardan başka lakapları da var, o lakapları veren de Tanrı ‘dır. Fakat biz, bu az lakapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delalet eder."

Yani demek istiyor ki "Daha neler neler varda yazmaya gerek yok. Siz anlayın" Tabi buradaki "Mesnevi alemlerin Rabbinden inmedir" ifadesini "Peygambere gelen vahiy gibi değil Celaleddin Rumiye Mesneviyi ALLAH İLHAM etmiştir" diyerek Te'vil etmeye çalışıyorlar. Fakat bizzat Celaleddin Rumi yine Mesnevi de bunu yalanlıyor. Diyor ki;

Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir!
Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi (İlham) demişlerdir.
Sen istersen onu gönül vahyi farzet...

(Mevlana, Mesnevi. Milli Eğitim Basımevi, 2. Baskı, 1953, Cilt 4, 1852-1854. beyitler.)

"Sen istersen onu gönül vahyi farzet" ne demek? Demek ki gönül vahyi değil! Farz edelim ki Mesnevi "Allah'tan ilham yoluyla" Celaleddin Rumiye ilham edilmiş olsun. Peki, Allah Celaleddin Rumi ye Erotik hikayeler mi İlham etmiştir? Bkz;

(Cilt 5 1335-1420. Beyitler s.112-118)
(Cilt 5 3325-3330. Beyitler s.272-273)
(Cilt 5 3716-3736. Beyitler s.302-304)
(Cilt 5 3831-4025. Beyitler s.312-326)...

Yorumlarda Fotoğraf olarak Mesnevi den bir bölüm paylaşacağım oradan Bakabilirsiniz. Veya internetten araştırabilirsiniz.

Bunun dışında, Allah'ın Zahir isminin tecellisini Kadınların uzuvlarında gören, peygamberin kendisine "Fususul Hikem" isimli bir kitap verdiğini ve peygamberimizin "Bu kitapla insanları uyar" dediğini iddia eden Muhyiddin İbnü'l Arabiden...

İbrahim Ethem'in, şeyhine kendi karısını sunarak "Veli" olduğunu anlattıkları, Seyyid Abdulhakim El-Hüseyni'nin (kendisinin tasavvuf çevrelerince ne kadar sevildiğini araştırabilirsiniz) sohbetlerinden derlenmiş olan "SOHBETLER" kitabından...

Erkeğin cinsel organı için Bakara suresinin 260. ayetini okuması gerektiğini söyleyen, kendisine Allah'ın "Ahmedi bana bırakın! Onun işlerini ben hususi yönetiyorum" dediğini iddia eden ve daha bir çok hurafeyi üreten ve eskilerini de canlı tutan Cübbeli Ahmet'ten -ki bu zat hakkında cilt cilt kitaplar yazılır- ve benzeri bir çok sapıktan da bahsetmek isterdim...

Fakat burada sadece bu tarz pisliklerin var olduğunu göstermek istedim. Sanıldığı gibi değil hiçbir şey. Bu ve benzeri konularla ilgili detaylı bilgi isteyenleri Fehmi İlkay Çeçen hocamın Youtube kanalına davet ediyorum.

https://www.youtube.com/channel/UC8m4mz4HLEiSflrT-yCOZfQ

Allah dostlarının kitaplarına eklemeler olduğu iddiası için bir değerlendirmem;

https://www.facebook.com/54yazganugur/posts/10213903756245702

1.2) İnsanları kandırmanın en kolay yollarından/araçlarından birisi "Din" dir. Yani bir şeyi bir insana "Din" diye anlatır ve "Din Akılla olmaz nakille olur" gibi bir öğretiyle zehirlerseniz emin olun istediğinizi yaptırabilirsiniz. Hemen birkaç örnek vermek istiyorum.

Cübbeli Ahmetin hocası olan ve İsmail Ağa cemaatinin lideri olan Mahmud Ustaosmanoğlunun sözlerinden derlenmiş olan "Hikmetli sözler" kitabında şu ifadeler yer alır;

''Ruhul Furkan tefsirinin benzeri yoktur. Bunu okuyan kişinin diğer tefsirleri okuması gerekmez. Ruhul furkan Tefsirini yazmayı bize Resulullah (Hz. Muhammed) emretti. Bu tefsirde yazılanların her biri peygambere arz edilmiş ve onun onayıyla yazılmıştır. Birisi zuhuratta gördü, onu bize resulullah yazdırdı.'' (Mahmut Ustaosmanoğlu - Özlü Sözler kitabı, sayfa 84)

Bir düşünsenize biz Kur'an'a neden iman ediyoruz? Allah'tan geldiğine inandığımız için. Yani bizi kaynak ilgilendiriyor. Bir insan, tefsirin kaynağının peygamber olduğu iddia edilen yukarıdaki bu sözlere inansa bırakın tefsire 1.2 milyar para vermeyi canını dahi vermez mi? Peygamber emretti ne demek ya?

Şu iki uyduruk hikayeyi de okuyun demek istediğimi çok net anlayacaksınız;

1) İmam-ı Azam (Ebu Hanife) efendimiz rahmeti ilahiye'ye kavuşuyorken (Ölürken) öldüğünden haberi yok. Bir de bakıyor ki Resulullah'ın meclisinde bulunuyor, yine anlamıyor öldüğünü. ''Nedir bu, rüya mı görüyorum?'' diyor. Sonra kalkıp abdest almaya yeltenince Resulullah (Hz. Muhammed) ''Ya imam! Nereye giditorsun?'' buyurdu. O da ''abdest almaya gidiyorum, namaz vakti geçiyor'' deyince Resulullah, ''Ya imam! Burası ahiret, burada namaz yoktur.''buyurdu. O zaman anladı öldüğünü. İşte böyle adamların sünnetlerine uymamızı istiyor mevla (Allah). ''İyi adamlara uyun'' buyuruyor mevla.

(Kaynak: Mahmut Efendi'den duylan Hikmetli sözler, Sayfa 20 - Derleyen: Ahmet Mahmut Ünlü)

2) İmamı azam (Ebu Hanife) efendimiz çok haccetmişti. Bir defasında Beytullah'ın (Kabe'nin) içine girdi ve iki rekt namaz kıldı. Birinci rekatta Kuranın ilk yarısını, ikinci rekatta diğer yarısını okuyarak Kuran'ı hatmetti. Namazdan sonra ellerini açarak ''Ya Rabbi! Bu numan kulun sana hakkıyla ibadet edemedi ama seni hakkıyla bildi. Seni hakkıyla bilişin hürmetine sana hakkıyla ibadet edemeyişini bağışla ''diyerek dua etti. Sonra hafiften bir nida (ses) geldi. ''Numan kulumuz bizi hakkıyla bildi hem de hakkıyla ibadet etti. Onu ve kıyamete kadar onun mezhebinde çalışanları da affettim.''

(Kaynak: Mahmut Ustaosmanoğlu: Sohbetler, Cilt 6, Sayfa 124)

Bakın kendilerini öyle kutsuyorlar öyle kutsuyorlar ki millet artık "Ya bu adamlara karşı gelinmez" diyebilsinler. Neden böyle diyecekler? Çünkü arkalarında Mezhep İmamı var. Ee? Mezhep İmamının arkasında da Peygamber var. Peygamberin de arkasında zaten Allah var. Ohh! Artık istediğini uydur. Falanca şeyh "Gidin şunun kellesini getirin" dese günümüzde dahi Allah rızası için bu emri yerine getirecek binlerce hatta milyonlarca mürid var. Ruhbanlık böyle bir şey işte. Dini meslek edinenler böyle kazanıyor. Bakın buna "Allah ile aldatmak" denir. Konuyla ilgili bir ayet şöyledir;

Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasınlar. (35/5)

Bütün bunları anlatma sebebim aslında Ruhbanlığın temelinin nasıl atıldığıydı. Oluşan bu Ruhbanlığın makamlarının isimlerinden birisi de "Allah Dostu" makamı. Bu makama sahip olan kişilere karşı gelinmez! Çünkü o Allah dostları öyle bir makamdadırlar ki bu makamın büyüklüğünü anlatan ismailağa cemaati hocalarından birisi şunları söyleyebilmektedir;

"Allah dostunun huzurunda bir an bulunmak 150 yıl ihlasla kılınan namazdan daha efdaldir.” Kaynak için link;

https://www.youtube.com/watch?v=DyMu4bKwAGQ

Bunun dışında, mü'minler için kendisinde güzel örneklik olan (33/21) ve örnek almamız gereken RESUL Muhammed (a.s)'ın bir örnekliği de Tevbe suresinin 101. Ayetinde. Ayet şöyle;

"Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz." (9/101)

Bakın bu ayete göre peygamberimizin yaşadığı dönemin bedevi Araplarının içinde münafıklar var ve peygamberimiz onların kim olduklarını bilmiyor. Peygamberimiz dahi insanların içini bilemiyor iken bir insan nasıl birisine "Allah dostu" diyebilir? Dahası "X kişisi Allah dostu" demek "Allah, X kişisini dost edindi" demektir. Bunu söyleyebilmek için de Allah'tan vahiy alınmış olması lazım. Mesela, İbrahim (a.s) Allah dostudur.

"Allah, İbrahim’i dost edindi." (4/125)

Bunun dışında tabi ki de bütün "Mü'minler" Allah dostudur çünkü Allah onlardan razıdır. Fakat yine insanların Allah katında değerini bilemeyiz. Peygamberimiz dahi bilmiyordu!

1.3) Bütün bunlardan hareketle bu tarz öğretilere karşı çıkmamın sebebi Allah'ın rızasını kazamaktır. Çünkü Allah buyuruyor ki;

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. (3/110)

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar... (9/71)

Selametle...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden Burçları ve Falları konuşmamalıyız?

Abdulkadir Geylani ve Sorularla İslamiyet eleştirisi

Ahlakın rasyonel bir şekilde temellendirilmesi